Bulut teknolojisinin görünmezliği bazen gerçekten büyüleyici geliyor. Film izliyoruz, belgeleri düzenliyoruz, fotoğraflarımızı yedekliyoruz, hatta tüm bir işletmeyi yönetiyoruz — ama verilerin nerede olduğunu pek de düşünmüyoruz. Elbette bu her zaman böyle değildi.
compute.tr üzerindeki bu yazıda, bulut bilişimin nasıl geliştiğini; sadece teknik açıdan değil, kültürel ve pratik etkileriyle birlikte anlatmak istedim.
Ana Bilgisayar Çağı: Bulut Öncesi Merkezileşme
“Bulut bilişim” terimi ortaya çıkmadan çok önce, ona benzer bir yaklaşım vardı: ana bilgisayar (mainframe) sistemleri. 1960’lı ve 70’li yıllarda şirketler, güçlü merkezi bilgisayarlara bağlı “aptal terminaller” üzerinden işlem yapıyordu.
Tüm işlem merkezi bir yerde yapılıyor, kullanıcılar uzaktan bağlanıyordu. Tanıdık geldi mi? Bugünkü bulutun temel mantığı o zamanlarda da vardı, sadece ölçeklenebilirlik, hız ve esneklik bugünkü kadar gelişmemişti.
İnternetin Yükselişi ve Barındırma Hizmetleri
1990’lar ve 2000’lerin başında internetin yaygınlaşmasıyla birlikte web siteleri çoğaldı ve barındırma hizmetlerine duyulan ihtiyaç arttı. Ancak kendi sunucularını kurmak ve yönetmek pahalıydı, gürültülüydü ve ciddi bir BT altyapısı gerektiriyordu.
İşte bu noktada şu fikir ortaya çıktı: Ya fiziksel makineleri biz kurmak zorunda olmasaydık?
Bu basit soru, bulut bilişimin önünü açan düşünce yapısını doğurdu.
Bulut 1.0: Depolama ve Sanal Makineler
2000’li yıllarda bulut bilişim gerçek anlamda bir hizmet olarak doğdu. Amazon Web Services (AWS), 2006 yılında esnek depolama ve işlem gücü sunmaya başladı. Artık trafik arttığında yeni sunucu satın almak gerekmiyordu — sadece ihtiyacın kadarını kiralıyordun.
Ardından Google Cloud, Microsoft Azure ve diğerleri geldi. Hem girişimciler hem büyük şirketler bu modeli benimsedi çünkü bu yöntem çok daha hızlı, ucuz ve esnekti.
Altyapı artık kodla yönetilir hale geldi. Donanım yönetimi bir zorunluluk olmaktan çıkıp, bir seçenek haline geldi.
Bulut 2.0: Platformlar, API’ler ve Entegrasyon
Bulut servisleri geliştikçe, sadece “kiralanan alan” olmaktan çıktı. Artık veritabanları, fonksiyonlar, kimlik yönetimi, yapay zekâ modelleri ve daha fazlası — hepsi API’ler üzerinden ulaşılabilir hale geldi.
Bu durum yazılım geliştirme biçimini tamamen değiştirdi. Geliştiriciler artık Firebase, Lambda, S3 gibi servisleri sadece barındırma için değil, doğrudan uygulamanın temel yapı taşları olarak kullanıyor.
Ben de compute.tr üzerinde zaman zaman bundan bahsediyorum: Artık küçük bir yan projede bile bulut üzerinden kimlik doğrulama, dosya yönetimi ve gerçek zamanlı veritabanı kullanmak neredeyse standart hale geldi.
Bugünün Bulutu: Kenarda, Karma ve Sunucusuz
Günümüzün bulutu daha hızlı, daha akıllı ve daha dağıtık. Edge computing sayesinde veriler kullanıcıya daha yakın yerlerde işleniyor. Hibrit bulut sistemleri ile özel sunucular ile bulut servisleri birleştiriliyor.
Ve tabii ki sunucusuz mimari… Artık bir işlem yalnızca gerektiğinde çalışıyor, üstelik hiçbir sunucu kurulumu ya da kaynak planlaması yapmadan.
Bulut, artık sadece bir terim değil — çevrimiçi dünyadaki pek çok şeyin görünmeyen motoru haline geldi.
Peki Ya Sonrası?
Gelecekte bulut bilişim, belki de daha da görünmez olacak. Yapay zekâ, otomasyon ve kuantum bilişim gibi alanlar ilerledikçe; bulut, “kendiliğinden çalışan” bir katman haline dönüşebilir.
Ama beni asıl heyecanlandıran şey, bu teknolojilerin herkes için erişilebilir hale gelmiş olması. Artık ister milyar dolarlık bir ürün geliştiriyor olun, ister hafta sonu için küçük bir proje… Araçlar elinizin altında — ve oldukça güçlüler.
İşte bu yüzden bu blogda bu konuları yazmaya devam edeceğim.